31 Ekim 2010 Pazar

Güneşli bir gündü. Kadın parkta yanında oturan adama “Bakın, salıncakta sallanan şu kırmızı kazaklı çocuk benim oğlum” dedi. Adam gülümseyerek “Güzel bir oğlunuz var” dedi. “Diğer salıncaktaki mavi kazaklı çocukda benim oğlum” Sonra saatine baktı ve “Heyyy, Todd, sanırım artık gitme zamanı” diye seslendi oğluna. Çocuk salıncakta yükselirken “Beş dakika daha baba, lütfen yalnızca beş dakika daha” diye karşılık verdi babasına. Adam başını “peki” anlamında sallayınca çocuk neşeyle sallanmaya devam etti. Dakikalar sonra adam ayağa kalkarak tekrar seslendi oğluna “Todd, artık gidelim mi, ne dersin?” Çocuk yine gitmeye isteksiz “Ne olur baba, beş dakika daha, lütfen, beş dakika daha” diye bağırdı babasına. Adam” Tamam” deyince çocuk kahkahalar atarak sallanmaya devam etti. Sonunda kadın dayanamadı ve sesinde gizli bir hayranlıkla “Ne kadar sabırlı bir babasınız” dedi . Adam gülümsedi kadına. “Sabır değil yaptığım bayan” dedi. “Büyük oğlum Tommy’yi geçen yıl burada sarhoş bir sürücünün çarpması sonucu kaybettim. Buraya yakın yolda bisiklet sürüyordu. Tommy’e hiç yeterince zaman ayırmamıstım. Oysa şimdi onunla beş dakika daha fazla birlikte olabilmek için herşeyi yapardım. Todd’la ayni hatayı yapmayacağıma söz verdim kendi kendime.. O her “Beş dakika daha baba” dediği zaman , oyun oynamak için beş dakika daha kazandığını düşünüyor, oysa işin gerçeği ne biliyor musunuz? Ben onu oyun oynarken beş dakika daha fazla izleyebiliyorum, asıl kazanan benim”

tavuk suyu çorbadan...

27 Ekim 2010 Çarşamba

Olgunlaşmak...

Olgunlaşmak...
Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yor...an ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi. İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.Ben demiştim sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor..Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de öğrendim gide gele. Boş geçen her saniye değerli artık. Daha yapılacak çok şey var ama çokta yorulmaktan kendimi çokta hırpalamaktan yana değilim. Gerektiğinde hayır demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum. Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor. Aileme, eşime ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar. Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yaşamadan hiçbir şey öğrenilmiyor. Yaşamışlığın oluşturduğu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kokoz da deseler kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına popomun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim. Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı .Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.Sonra Sezen’in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor. Yaşamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk. Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yaşadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor. Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok işe yarıyor. Bir gün hepinizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum.

Can Dündar...

sık sık rastladığımız bir paylaşım ama unutmamak adına, yeniden anımsamak istediğimde elimin altında olması ve bir kez daha okumak için...

26 Ekim 2010 Salı

sabır.....

Adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet m...utlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasını mahvettiğini görmüş. Hemen oğlunun yanına koşmuş ve çocuğun eline çekiçle vurmaya başlamış. Biraz sakinleşince oğlunu hemen hastaneye götürmüş. Doktor, çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış. Çocuk ameliyattan çıkıp gözlerini açtığında, bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle, “Babacığım, kamyonuna zarar verdiğim için çok üzgünüm.” demiş ve sonra babasına şu soruyu sormuş: “Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?” Babası eve dönmüş ve hayatına son vermiş... Birisi masaya süt döktüğünde ya da bir bebeğin ağladığını işittiğinizde bu öyküyü hatırlayın. Çok sevdiğiniz birine karşı sabrınızı yitirdiğinizi anladığınızda, önce biraz düşünün. Kamyonlar onarılabilir, ama kırılan kemikler ve incinen duygular hiçbir zaman onarılamaz; genellikle kişiyle performansı arasındaki farkı göremeyiz. İnsan hata yapar. Hepimiz hata yaparız. Fakat öfkeyle ve düşünmeden yapılan şeyler, insanı sonsuza kadar rahatsız eder. Harekete geçmeden önce durun ve düşünün. Sabırlı olun. Anlayış gösterin ve sevin.

22 Ekim 2010 Cuma

Ruhunuza Gıda


Kralın biri, yürüyüş için sarayından çıktığında bir dilenciye rastlar. Ona sorar: 'Ne istiyorsun?'. Dilenci güler ve 'sanki isteğimi yerine getirebilirmişsin gibi soruyorsun!' der. Kral alınır ve 'Tabii ki isteğini yerine getirebilirim. Nedir? Sadece söyle' der.Dilenci 'bir söz vermeden önce iki kere düşün' diye kralı uyarır.Dilenci sıradan bir dilenci değildir, kralın geçmiş hayatında Üstadıdır ve geçmiş hayatında ona şu sözü vermiştir: 'Geleceğim ve seni gelecek hayatında uyandırmaya çalışacağım. Bu hayatında kaçırdın ama tekrar geleceğim.' Kral bu sözü tamamen unutmuştur.. Kim geçmiş hayatları hatırlar ki! Kral ısrarına devam eder: 'Ne istersen gerçekleştireceğim. Ben çok güçlü bir kralım, sana veremeyeceğim ne isteyebilirsin ki?'Dilenci 'Çok basit bir istek...bu kaseyi görüyor musun? Bunu herhangi birşeyle doldurabilir misin?'Kral 'Tabii ki!' der ve yardımcılarından birisini çağırır ve emreder 'Bu kaseyi parayla doldurun'. Yardımcısı gidip bir miktar para alır ve kasenin içine döker ama para gözden kaybolur ve ne kadar para koyarlarsa koysunlar kase hep boş kalır.Tüm saray ahalisi toplanır. Söylenti gitgide tüm şehre yayılır ve ahali biraraya gelir. Kralın prestiji sarsılmaya başlamıştır. Kral yardımcılarına 'tüm krallık gitse kaybetmeye hazırım ama bu dilenci tarafından yenilemem' der.Elmaslar, inciler ve zümrütler, kral tüm zenginliklerini boşaltmaya başlar. Kasenin sanki dibi yoktur. İçine ne konursa ama ne konursa anında yokolur. En sonunda akşam olur ve kalabalık tam bir sessizlik içindedir. Kral dilencinin ayaklarına kapanır ve yenilgiyi kabul eder. 'Bana sadece bir tek şey söyle. Zafer senin ama burayı terketmeden merakımı gider. Bu kase neden yapılmıştır?' . Dilenci bir kahkaha atar ve 'İnsan zihninden yapılmıştır. Bunda bir sır yok. İnsan arzularından yapılmıştır.'Bu anlayış tüm hayatı dönüştürür. Bir isteğinizi, arzunuzu düşünün. Mekanizması nedir? Önce çok büyük bir heyecan vardır, macera vardır, kendinizi çok hevesli hissedersiniz. Birşey olacaktır ve siz tam ucundasınızdır. Sonra arabayı, yatı, katı, eşinizi elde edersiniz. Ve bir anda yine herşey anlamsız olur.Peki ne olur? Zihniniz yarattığınızı yokeder.Aldığınız araba park yerinde durur ama artık heyecan yoktur. Heyecan sadece onu elde etmededir. İsteğinizle öyle sarhoş olursunuz ki, içinizdeki boşluğu unutursunuz. İstek yerine gelir, arabayı alıp park yerine koyarsınız, para kazanıp banka hesabınıza koyarsınız, ev alırsınız, heyecan yokolur. Yine o boşluk oradadır ve sizi yemeye hazırdır. Yine bir başka istek, arzu yaratmanız ve o boşluk duygusundan kaçmanız gerekir.İnsan bir istekten diğerine işte böyle gider. İnsan böyle dilenci kalır. Tüm hayatın bunu tekrar ve tekrar kanıtlıyor. Tüm istekler seni yorar ve hedef gerçekleşince yeni bir isteğe, arzuya daha ihtiyaç duyarsın.Bu tür isteklerin, arzuların başarısız olacağını ve içindeki boşluğu dolduramayacağını anladığın gün hayatında bir dönüm noktası olacak.Diğer yolculuk içedir. İçe dön ve evine geri gel.Günün düşüncesi:Öfke bilgeliği, ego saygıyı bitirirEndişe hayatınızı yer, rüşvet adaleti bitirirAçgözlülük dürüstlüğü bitirir, korku bir insanı yer bitirirEn büyük ziynetiniz kendi kutsallığınız, kendi asaletinizdir..
Kaynak: internet
Çeviri: Lale Külahlı

21 Ekim 2010 Perşembe

.....

Kimseyi değiştiremezsin hayatta.
Ve kimse için de değişmemelisin.
Kimliğini kaybettiğin an yaşamını çöpe attın demektir. İstemediğin sürece hiçbirşey için ödün vermeyeceksin hayatta.
Gün gelir verecek bir şeyin kalmaz çünkü. Her şeyi sen istediğin için yapacaksın, başkası senden istediği için değil.
Ve sen, sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar da mutlu olacaktır.
Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle.Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil. Herkesin gidebileceği biryol vardır.
Sen yeter ki yanında yer ayırmayı bil.
Ne sen kimse için mecburi istikametsin, ne de bir başkası senin için…
Seninle gelmek isteyenleri yanına al. Belki beraber daha çok şey katabilirsiniz bu hayata.
Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini.
Hayat rahat insanlarla güzel.
Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel...

20 Ekim 2010 Çarşamba

beklentisiz sevmek....



Beklentisiz sevmeyi denediniz mi hiç ???
Hiç beklentisiz sevdiniz mi?
Yani "Bugün telefon etmedi" demeden, "şu an nerede acaba?" diye kendi
kendinizi yemeden, "Yaş günümü hatırlayacak mı acaba?"
diye bir beklenti içine girmeden...
Sevdiniz mi hiç?
Onun, size ait olmadığını kabul edip,
onu özgür yaşamı ile sevmeyi denediniz mi?
Onu yersiz kıskançlıklara boğmaktan ve kendinizi yıpratmaktan
vazgeçebildiniz mi hiç?
Hiç beklemeden çalan bir kapıda,
onu karşınız da görmek ne güzeldir bilir misiniz?
Beklemediğiniz bir anda hediye almak en
sevdiğinizden...
Ve beklemeden gelen bir "seni seviyorum" mesajının tadına varabildiniz
mi
hiç?
Siz istediğiniz için degil, o istiyor diye yapildi mi tüm bunlar?
Ve beklentisiz sevmenin tadina bakabildiniz mi hiç?
"Bugün beni hatırlamadı" yerine "Hiç beklemiyordum, senin geleceğini"
diyebilmek ne güzeldir oysa...
Onu bogmadan, kendinizi bogmadan sevebilmek ne güzeldir... Sahiplenme
duygusundan uzak, sevmenin, sevilmenin tadina varabildiniz mi hiç?
Yapilmamis davranislar, söylenmemis sevgi sözcükleri ile kendi
kendinizi
ask çikmazinda kaybedeceginize, Hiç beklenmeyen bir demet çiçekle
mutlu
oldunuz mu?
Beklentisiz sevin...
Ben, beklentisiz seviyorum...
"Niye aranmadim" diye düsünüp kendini kendinizi yiyeceginize, hiç
beklenmedik bir "Seni özledim"
mesaji ile aşki yakalayin..
Beklentisiz sevin...
Ben, beklentisiz seviyorum...
O, sizin sevgiliniz oldu için degil.
Ona tapulu maliniz gibi, çantaniz, arabaniz gibi davranma hakkiniz
oldugunu düsünmeden.
Onu sevdiginiz, onun da sizi sevdigi için sevin...
Sevgiye karisan "beklenti" denen illeti
hemen silin askin ak sayfalarindan...
Göreceksiniz ki, o zaman ask, baska bir güzel...
Göreceksiniz ki, o zaman sevgili, daha bir romantik...
Göreceksiniz ki, o zaman sevmek ve sevilmenin damaklarda biraktigi
tat,
yillanmis sarap gibi, beklenti zehrine karismadan bir baska döndürüyor
insanin basini..
Ben, beklentisiz seviyorum...
Onun nerede oldugunu merak etmiyorum...
"Beni bugün neden aramadi" diye
geçirmiyorum içimden, aramadigi zamanlarda...
Gelecege dair hayallerim de yok zaten...
Ben, sevgiyi yasiyorum...
Onun yanimda oldugu anlar o kadar degerli, o kadar kiymetli ki...
Gerçeklesmemis ve gerçeklesmeyecek beklentilerle mahvetmiyoruz o
anlari...
Beklentisiz seviyoruz...
Sevdigimiz için seviyoruz...
Hayalsiz, geleceksiz, beklentisiz... Anlik seviyoruz...
Deneyin... Beklentisiz, sevmeyi deneyin bir gün...Beklentilerle bogdugunuz asklariniza acıyacaksınız…….

CAN DÜNDAR

19 Ekim 2010 Salı

hangisini beslersen....



Yaşlı Kızılderili Reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı.
Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
"Onlar benim için iki simgedir evlat.""Neyin simgesi" diye sordu çocuk."İyilik ile kötülüğün simgesi.
Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: "Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi? "Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
"Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!"

18 Ekim 2010 Pazartesi

üç heykel....




İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı.
Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.
Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı.
Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi.
İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.
Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı:

"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim."

15 Ekim 2010 Cuma

herşey seninle başlar...


Çaresizlik öğrenilmiştir.
Başarılı olmak da öğrenilebilir.
Sende sandığından fazlası var!
Gelebileceğin en iyi yerde değilsin.
Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır.
Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur.
Rüzgarı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren!
Seyirci koltuğundan sıkıldıysan, sahneye çık.
Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var.
Her şey seninle başlar!
Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın.
Hayatta ya tozu dumana katarsın,
Ya da tozu dumanı yutarsın.
Seçim senin!

14 Ekim 2010 Perşembe

üçlü filtre testi






Bir gün bir tanıdığı büyük filozofa rastladı ve dedi ki; "Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?"
"Bir dakika bekle" diye cevap verdi Sokrates.
Bana birşey söylemeden önce senin küçük bir testten geçmeni istiyorum.
Buna "Üçlü Filtre Testi" deniyor.
"Üçlü Filtre?"
"Doğru," diye devam etti Sokrates.
Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir
olabilir.
Birinci filtre: "Gerçek Filtresi"
"Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?"
"Hayır," dedi adam "Aslında bunu sadece duydum ve ...
"Tamam," dedi Sokrates, "Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.
Şimdi ikinci filtreyi deneyelim,"
"İyilik Filtresini"
"Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi birşey mi?"
"Hayır, tam tersi ..."
"Öyleyse," diye devam etti Sokrates,
"Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin.
Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı."
"İşe yararlılık filtresi"
"Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?"
"Hayır, gerçekten değil."
"İyi," diye tamamladı Sokrates,
"Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse,
iyi değilse ve işe yarar, faydalı değilse
bana niye söyleyesin ki?"
Bu, Sokrates'in iyi bir filozof olmasının ve
büyük itibar, saygı görmesinin sebebiydi.
Yakın ve sevgili herhangi bir arkadaşınız hakkında başıboş konuşmalar duyduğunuz her sefer bu üç filtre testini kullanmanız sizlere hararetle tavsiye edilir.

13 Ekim 2010 Çarşamba

SEVGİ...

Küçük kız annesiyle, yürürken birden durdu. Yağmur damlacıklarıyla ıslanan gözlüğünü çıkararak baktığı şey, babasıyla birlikte bisiklette giden bir başka kız çocuğuydu. Bisikletin arka tarafındaki minder üzerinde oturan kız, düşmemek için babasına sıkı sıkı sarılmış ve soğuktan pembeleşen yanaklarını onun sırtına dayamıştı. Adamın ara sıra yanına dönerek söylediği sözler küçük çocuğu kıkır kıkır güldürüyordu.
Kaldırımdaki kız bisikletin arkasından bakarken, annesi durumu farkedip:
-“Evdekiler yetmiyormuş gibi gözün hala bisikletlerde” diye, çıkıştı.”Ama eğer beğendiysen, baban ondan da alır “ dedi
Küçük kız yumuşak bir sesle:
-“Bisiklete değil kıza bakmıştım” dedi.”Babası o vaziyette bile kendisiyle sohbet ediyor da....”
Annesi küçük kızı hiç duymuyormuş gibiydi. Onun kürklerle çevrili şapkasını düzeltirken:
-“Arkadaşların bu havada bile okula yürüyerek geliyor” dedi.”hâlbuki baban, işe giderken de olsa birkaç dakikasını ayırıp seni mersedesiyle getiriyor.”
Kızın gözü yine bisikletteydi. Kadın alaycı bir ifadeyle:
-“İstersen baban da seni bisikletle getirsin,”diye devam etti.”Ne de güzel yakışır, öyle değil mi?”
Küçük kız inci taneleri gibi süzülen gözyaşlarını annesinden saklamaya çalışarak:
-“Çok isterdim” diye cevap verdi.”Belki de böylelikle babama sarılırdım.”

12 Ekim 2010 Salı

Güzel bir ders...

Zamanında Çin''in küçük bir köyünde bir kung-fu okulu varmış.
Okulun yaşlı ve bilge olan hocası öğrencilerine sadece bedensel eğitim değil zihinsel eğitiminde önemli olduğunu anlatırmış.Öğrencilerinde biri zeki olmasına rağmen dersleri pek umursamayan vurdumduymaz bir karaktermiş.Onun bu hali hocanın gözünden kaçmaz ve devamlı kendini uyarırmış.
Günler böyle geçerken bilge hoca bu öğrencisini başka bir öğrenciyle müsabakaya kaldırmış.Müsabaka başlamış.Haylaz öğrenci yaptığı her hareketin, attığı yumruk ve tekmelerin rakibi tarafından ustalıkla savuşturulduğunu görünce dahada hırslanmış ve kural dışı hareketler yapmaya başlamış.Rakibi onları savuşturmuş.Dahada sinirlenen öğrenci hiçbirşeyin kar etmediğini görünce oturmuş hırsından ağlamaya başlamış.Müsabaka bitmiş.Haylaz öğrenci ağlarken omuzunda bir el hissetmiş.
Kafasını kaldırıp baktığında hocasını kendisine gülümsediğini görmüş. Bilge hoca öğrencisinin yanına oturmuş ve toprağa 15-20 cm uzunluğunda bir çizgi çizmiş.
-Bu düşmanının çizgisi.Bunu nasıl kısaltırsın?demiş
Öğrenci bu soru üzerine çizgiyi ikiye bölerek:
-Böyle kısaltırım demiş
-Hayır, demiş hocası
Öğrenci bu sefer çizgiyi üçe bölmüş
-Böyle kısaltırım.
Hoca gülümsemiş.
Ve yere aynı uzunlukta bir çizgi çizmiş.
-Bu düşmanın çizgisi.
Sonra yanına onun iki katı uzunlukta bir çizgi çekmiş ve eklemiş:
-Bu da senin çizgin.
Sen düşmanının çizgisiniz kısaltmak yerine kendi çizgini uzatırsan düşmanının çizgisi doğal olarak kısalacaktır.
Sen kendini geliştir.
Uğraştığın insanlar zaten o zaman geride kalacaktır...

11 Ekim 2010 Pazartesi

HAYAT BAŞARISINI EMPATİ BELİRLİYOR

Bir konuşmada iş adamlarına sordum.
“Tahminim buradaki çoğu kişi ticarette başarılı olmuş kişiler. (Ticarette başarı ölçütünü para kazanmak olarak alıyorum.) Sizce bu başarıyı getiren en önemli özellik ne?”
İki yanıt önplana çıktı: disiplinli çalışmak ve ilişkiler.
Birincisi sizin kendinizle olan ilişkiniz (hedef doğrultusunda çalışmak),
ikincisi diğer insanlarla (onları anlamak).
Hayat başarısı Doğan Hoca (Cüceloğlu) bir sohbetimizde bana şunu söylemişti.“Ailelere soruyorum.
- Çocuğunuz okulda başarılı olmasını ister misiniz?
- Evet.
- Okulda mı başarılı olmasını istersiniz, iş hayatında mı?
- İş hayatında.
- İş hayatında mı başarılı olmasını isterseniz, hayatta mı?
- Hayatta.”

Hayatta başarılı olmanın en önemli iki tane olmazsa olmazı, disiplinli çalışmak ve empati. Bu ikisinden bir tanesi eksik olunca, hayat başarısı zor geliyor. Bu kadar önemli bir özelliğin okullarda neden okutulmadığına şaşıyorum zaten. Bunları öğretmek aileye düşüyor. Aile nasıl öğretmeli?
Biliyoruz ki bazı çocukların empati yeteneği daha gelişmiş. Farkı yaratan kim? Tabii ki aile.(Zaten bence okula çocuklar değil, aileler gitmeli. Ailenin çocuk üzerindeki etkisi, okulun etkisine göre kat kat daha fazla.)
California Üniversitesinden Ross Thompson bir deneyde aileleri ikiye ayırıyor: empati yeteneği yüksek çocuklara sahip olanlar ve empati yeteneği düşük çocuklara sahip olanlar.Hikaye okumaThompson, iki gruptaki ailelere de kelimeler veriyor ve çocuklarına o kelimeler ile bir hikaye uydurup, anlatmasını istiyor. Bu sırada anlatılan hikayeler kaydediliyor ve daha sonra inceleniyor.Empati yeteneği yüksek çocuklara sahip olan aileler daha uzun hikaye anlatıyor ve hikayede oluşturdukları karakterlerin bakış açılarını detaylı şekilde aktarıyor. Diğer gruptaki aileler sadece olaylar anlatıyor. Karekterlerin bakış açılarını çok yansıtmıyor.Sorunlu bir olayGerçek hayatta çocuklarıyla ilişkleri de mi böyle diye merak ediyor, Thompson. Çocuğunuz sebebiyet verdiği bir sorunu ya da olayı anlatınız, diyor.Empati yenetegi yüksek olan çocukların aileleri olayı anlatırken hem kendi bakış açılarını hem de çocuklarının bakış açısını aktarıyor.Diğer grup sadece kendi bakış açısını anlatıyor. Ailenin empatiden uzak tarzı tabii ki çocuğa yansıyor.Onun için ailelerin tutumu ve örnek olması çok önemli.Saldırgan ve daha az başarılı Empati yeteneği düşük çocuklarla ilgili başka bulgular da var.Daha saldırgan oluyorlar ve derslerde daha az başarılılar. Neden saldırgan? Çünkü karşı tarafının bakış açısını anlayamadığı için kendini haklı görüyor ve sorun çıkartıyor.Neden daha az başarılı? Çünkü empati sahip olmak, güçlü zihinsel beceri gerektiriyor. Empati yapan kişi kendi görüşünü ve varsayımını bir süre rafa kaldırıyor, karşı tarafın düşüncesini tartıyor, durumu onun açısından hayal ediyor, ve iki taraflı bir sonuç çıkartıyor. Bütün bunlar hep zihinsel beceri gerektiriyor.Zihinsel becerisi yüksek olan çocuk da başarılı oluyor.Nasıl empati gelişir?Çocuk bir sorunla geldiğinde verilen yanıtlar çok önemli.“Anne, canım sıkkın. Sınavdan düşük not aldım.”- Sorun değil oğlum. Sıkma canını.- Bir dahasında daha iyi yaparsın. - Üzüldüğün şeye bak. Alt tarafı bir sınav. Bu ifadelerin hepsi destek ifadeleri gibi görünse de hiçbirinde empati yok. Tam tersi (sırasıyla) sorunu örtme, baskı ve hissedilen duygunun gereksizligi üzerine vurgu var.Çocuğun nasıl hissetigini ve bu sürece ne yol açtığını tartışmak en iyisi.

Yazan : Özgür Bolat
Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/

10 Ekim 2010 Pazar

ÇİÇEK DEĞİL, ÇOCUK YETİŞTİRDİĞİMİZİ UNUTMAYIN ! 3

Geçenlerde Stephen Glenn'den ünlü bir araştırmacı bilim adamı hakkında bir öykü dinledim. Bir bilim adamının tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları olmuştu. Bir gazete muhabiri röportaj yaparken kendisine, ortalama bir insandan nasıl olup da daha farklı ve yaratıcı bir insan olduğunusormuş. Kendisini diğerlerinden ayıran özellik neymiş? Bilim adamı bu soruyu ''iki yaşındayken annesinin yaşadığı bir deneyim nedeniyle'' diye yanıtlamış. Bilim adamı buzdolabından süt şişesini çıkartmaya çalışırken, şişe elinden kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne dönmüş. Annesimutfağa geldiğinde,ona bağırmak, söylenmek ya da cezalandırmak yerine, ''Robert, ne kadar güzel bir hata yaptın! Daha önce bu kadar büyük bir süt gölü görmemiştim. Evet, olan olmuş. Şimdi birlikte burayı temizlemeden önce biraz yerdeki sütle oynamak ister misin?'' demiş. O da eğilip, oynamış yere dökülen sütle. Birkaç dakika sonra annesi, ''Robert, bu tür bir şey yaptığında, bunu senin temizlemen ve her şeyi eski haline getirmen gerektiğini biliyor musun? Bunu nasıl yapmak istersin? Bir sünger mi kullanalım, bir havlu ya da bir bez mi? Hangisini istersin?'' demiş. Robert süngeri seçmiş ve birlikte yere dökülen sütü temizlemişler. Daha sonra annesi, ''Biliyor musun, burada yaşadığımız olay, senin iki minik elinle bir süt şişesini taşıyamadığın kötü bir deneyimdi. Şimdi arka bahçeye çıkalım ve şişeyi sula doldurup, senin dolu bir şişeyi düşürmeden taşımanısağlayalım'' demiş. Küçük çocuk şişeyi boğazından iki eliyle tutarsa, düşürmeden taşıyabileceğini öğrenmiş. Ne güzel bir ders! Bu ünlü bilim adamı daha sonra, o anda bir hata yaptığı zaman bundan korkmaması gerektiğini öğrenmiş. Yapılan hataların yeni bir şeyler öğrenmek için çok güzel fırsatlar olduğunu anlamış. İşte bilimsel araştırmalardaki deneyler de bu temele dayanır zaten. Bir deney başarısız olsa bile, o deneyden çok değerli bilgiler elde edilir. Bütün anne babalar çocuklarına, annesinin Robert’e davrandığı gibi davransalar çok daha iyi olmaz mı?

9 Ekim 2010 Cumartesi

ÇİÇEK DEĞİL, ÇOCUK YETİŞTİRDİĞİMİZİ UNUTMAYIN ! 2

Birkaç hafta önce kendime spor bir ceket aldım ve dükkan sahibi Mark Michaels ile anne babalık üzerine biraz sohbet ettik. Mark bana eşi ve yedi yaşındaki kızlarıyla dışarıya yemeğe çıktıkları bir gece kızının masadaki bardağı devirdiğini anlattı. Masadaki su temizlenip, anne babasıüzülmemesini söyledikleri zaman kızı onlara bakmış ve, ''Biliyor musunuz, size diğer anne babalara benzemediğiniz için teşekkür etmek istiyorum. Arkadaşlarımın çoğunun anne babaları böyle bir durumda onlara bağırır ve bir de daha dikkatli olmaları konusunda onlara söylev çekerler. Böyle bir şey yapmadığınız için size teşekkür ederim!'' demiş. Bir seferinde ben arkadaşlarımla yemekteyken, benzer bir olay oldu. Beş yaşındaki oğulları masaya bir bardak süt döktü. Arkadaşlarım çocuklarına bağırmaya başlayınca, ben de bilerek çarptım ve kendi bardağımı devirdim. 48 yaşında olmama rağmen nasıl halâ aynı şeyi yaptığımı anlatmaya başlayınca,çocuğun gözleri parladı ve anne babası gereken mesajı alıp, çocuklarına bağırmaktan vazgeçtiler. Her gün halâ yeni bir şeyler öğrendiğimiz unutmak bazen ne kadar da kolay oluyor.

8 Ekim 2010 Cuma

ÇİÇEK DEĞİL, ÇOCUK YETİŞTİRDİĞİMİZİ UNUTMAYIN ! 1

Kapı komşum David'in beş ve yedi yaşında iki çocuğu var. Bir gün yedi yaşındaki oğlu Kelly'ye benzinle çalışan çalışan çim biçme makasıyla nasıl çim biçildiğini öğretiyordu. Makinayı çim üzerinde nasıl döndüreceğini öğretirken eşi Jan, David'I bir soru sormak için içeri çağırdı. Davidiçeri girince, Kelly makinayı çalıştırdı ve çimlerin ortasındaki çiçek tarhına daldı. Çiçek tarhı bir anda mahvolmuştu. David döndüğünde gördüğü manzara karşısında çılgına döndü. Bütün komşuların çok beğendiği, emek emek kendi elleriyle yaptığı çiçek tarhı yoktu artık. David tam sesini yükseltmeye başlamıştı ki, Jan dışarıya çıktı ve David'e ''David, çiçek değil, çocuk yetiştirdiğini unutma!'' dedi. Jan bu sözleriyle bana ana baba olarak önceliklerimizin ne olduğunu çok güzel anımsattı. Çocukların kendileri ve benlik saygıları, kırabilecekleri ya da hasar verebilecekleri herhangi bir fiziksel nesneden çok daha önemlidir. Bir futbol topunun kırdığı bir cam, dikkat edilmediği için kırılan bir lamba ya da mutfakta elden kayıp, kırılan bir tabak zaten kırılmıştır. Çiçekler zaten ölmüştür. Verilen bu zararı, bir de ben çocuğumu inciterek, yaşam sevincini öldürerek iki katına çıkartmamalıyım.

7 Ekim 2010 Perşembe

Bilmelisin ki...

Bilmelisin ki .... Duvarda asılı diplomalar insanı insan
yapmaya yetmez.
Bilmelisin ki ... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa,
anlam yükü o kadar azalır.
Bilmelisin ki .... Karşındakini kırmamak ve inançlarını
savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Bilmelisin ki ... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.
Gerçek aşkların da!
Bilmelisin ki ... Tecrübenin kaç yaş günü partisi
yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Bilmelisin ki ... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız
olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile
her zaman biyolojik değil.
Bilmelisin ki ... Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi
arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
Bilmelisin ki .... Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen
insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Bilmelisin ki ... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya
sizin için dönmesini durdurmuyor.
Bilmelisin ki ... Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş
olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Bilmelisin ki ... İki kişi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini
sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına
gelmez.
Bilmelisin ki .... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar.
Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Bilmelisin ki ... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın
uzun yıllar sürüyor .....

6 Ekim 2010 Çarşamba

NE OLMAK İSTİYORSUNUZ

Düş gücü, bir insanin en yükseklere uçurabildiği bir uçurtmadır.Birkaç hafta önce basıma çok değişik bir şey geldi.Yatak odamda bebeklerden birinin altını değiştirirken, beş yasındaki kızım Alyssa yanıma geldi ve kendisini yatağa attı."anneciğim, büyüdüğün zaman ne olmak istiyorsun?"dedi.Önce bir tür oyun oynadığını düşündüm ve oyunu sürdürmek için, "Himmm. sanırım büyüdüğüm zaman anne olmak istiyorum." dedim."O sayılmaz,çünkü zaten annesin. Ne olmak istiyorsun?"Peki, belki büyüdüğüm zaman papaz olurum." dedim bu kez."anneciğim, o da olmaz, zaten öyle sayılırsın!"Bağışla ama hayatim," dedim" ne söylemem gerektiğini anlamadım."anneciğim, sadece büyüdüğün zaman ne olmak istediğini soruyorum sana. Ne olmak istiyorsan o olabilirsin!"O anda o kadar şaşırmıştım ki, hemen bir yanıt bulamadım.Alyssa da bunaldı ve odadan çıktı.O birkaç dakikada yasadığım deneyim beni çok derinden etkiledi.Çok etkilenmiştim, çünkü kızımın gözünde ben hâlâ istedigim bir şey olabilirdim! Yasım, kariyerim, beş çocuğum, kocam, üniversite diplomam, mastar derecem; hiçbirinin önemi yoktu. Onun gözünde ben hâlâ düşler kurabilir ve yıldızlara uzanabilirdim. Onun gözünde benim hâlâ bir geleceğim vardı. Onun gözünde ben hâlâ astronot, piyanist, hatta opera sanatçısı bile olabilirdim. Onun gözünde ben hâlâ büyüyecek ve bir şeyler olacaktım.Çok dürüst ve masum olduğunu anladığım zaman, yasadığım o olayın gerçekten çok güzel olduğunu far kettim; ayni soruyu büyükannelerine ve büyükbabalarına da sorabilirdi. O kadar içtendi.Bir yerlerde okumuştum: "yıllar sonra olacağım yaslı kadın, şimdiki benden çok farklı olacak. İçimde bir başka benin varlığını hissetmeye başladım."Evet... siz büyüdüğünüz zaman ne olacaksınız?Rahibe Teri JohnsunLauren Bacalı(TAVUK SUYUNA ÇORBA ADLI KİTAPTAN)

5 Ekim 2010 Salı

BIRAKIN IŞIĞINIZ YANIK KALSIN


Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi. Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir oluşturdu.
Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı.Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi:içinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hakkettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastahane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı. Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.
Akşam geri döndüklerinde babaları sordu: "Birinci çocuğum, bir dolarla ne yaptın ?" Çocuk cevap verdi: "Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım. Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.
Adam sordu: "Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın ?" Yorgancıya gittim. İki tane yastık aldım. Bunu söyleyen çocuk, yastıkları içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.
"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın ?" diye sordu adam. Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim. Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini İncil’de yazıldığı gibi çok değerli bir şeye verdim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım. 20 centte kiliseye verdim.Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım. Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı.
Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu. Oda samanla veya tüyle değil, bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu. Baba memnundu; "Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin, çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel.

4 Ekim 2010 Pazartesi

SEN UYURKEN


Sevgili çocuğum, seni uyurken seyretmek, nefes alisini duymak için sessizce odana girdim. Gözlerin kapalı, huzur içindesin. Sari buklelerin melek yüzünü çerçeveliyor. Bir kaç dakika önce çalışma odamda çalışırken birdenbire içimin sıkıldığını fark ettim. Dikkatimi isime veremedim ve bu yüzden sessizce seninle konuşmak üzere odana geldim.Bu sabah, yavaş giyindiğin için sabırsızlanıp, sana söylendim. Yemek fişini kaybettiğin için seni azarladım ve kahvaltı ederken gömleğine süt döktüğün için sana sert sert baktım. "Yine mi?" dedim, içimi çekerek ve basımı kızgınlıkla iki yana salladım. Sense bana bakıp, tatlı tatlı gülümsedim ve bana "Hosçakal, anneciğim!" dedin.Öğleden sonra, sen odanda oynayıp, yatağına dizdiğin oyuncaklarına bağıra çağıra şarki söylerken, ben telefon konuşmalarımı yapıyordum. Sana sessiz olmanı işaret ettim, sonra yine bir saat kadar telefonda konuştum. Daha sonra bir asker gibi sana emir verdim, "Oyalanıp durma, çabuk ödevini yap!" Bana "Peki, anneciğim." dedin ve hemen çalışmaya koyuldun. Sonra da odandan hiçbir ses gelmedi.Aksam ben masamın basında çalışırken, korkarak yanıma geldin ve bana umutla, "anneciğim, bu gece kitap okuyacak miyiz?" diye sordun. Sana kesin bir dille, "Bu gece olmaz." dedim, "Odan hâlâ karmakarışık! Sana kaç kez anımsatacağım odanı toplamanı!" Basın önünde, odana gittin. Çok gedmeden geri geldin ve kapının yanından bana bakınca, "Simdi ne istiyorsun?" diye sordum aksi bir ses tonuyla.Hiçbir şey söylemedin. yanıma geldin, boynuma sarıldın ve beni öpüp, "İyi geceler, anneciğim. Seni seviyorum!" dedin. Sonra da aceleyle odana gittin.Daha sonra, duyduğum vicdan azabı nedeniyle, bos bos masama bakarak uzun bir süre oturdum. Acaba neden böyle davrandım, diye düşündüm. Beni kızdıracak hiçbir şey yapmamıştın. Sadece büyümeye ve öğrenmeye çalışan bir çocuk gibi davranmıştın. Bugün yetişkinlerin sorumluluklarla dolu dünyasında kendimi kaybettim ve sana harcayacak enerjim kalmadı. Bugün sen benim öğretmenim oldun, beni öpmeyi, bana iyi geceler dilemeyi unutmadın ve üstelik ruh halimin iyi olmadığını fark edip, parmaklarının ucunda gezindin.Simdi seni uyurken seyrediyorum ve bugünü yeni bastan yasamak istiyorum. Yarin, ben de sana, bugün senin bana gösterdiğin anlayışı göstereceğim, böylelikle belki gerçek bir anne olabilirim. Uyandığında sana sıcacık gülümseyip, okuldan geldiğinde sana moral vereceğim ve yatmadan sana kitap okuyacağım. Sen gülünce gülüp, sen ağlayınca ağlayacağım. Kendime daha büyümediğini, bir çocuk olduğunu ve senin annen olmaktan mutluluk duyduğumu anımsatacağım. Bugün senin anlayışlı davranışın bana çok dokundu ve bu yüzden gecenin bu saatinde sana teşekkür etmeye geldim. çocuğum, öğretmenim ve arkadaşım olduğun ve bana gösterdiğin sevgi için.

1 Ekim 2010 Cuma

SAHİP OLDUKLARININ DEĞERİN BİLMEK!!!


Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar.“Eski gazeteniz var mi, bayan?” Çok isim vardı. Önce hayır demek istedim, ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. “Içeri girin de, size kakao yapayım” dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri.Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım islerimi yapmaya koyuldum. Fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve basımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki bos fincana bakıyordu. Erkek çocuğu bana döndü ve “Bayan, siz zengin misiniz?” diye sordu.“Zengin mi?Yo hayır!” diye yanıtlarken çocuğu, gözlerim bir an yağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve “Sizin fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım” dedi. Sesindeki açlık, karin açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi, ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğimpatateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler, basımızı sokacak bir evimiz vardı. Bir esim vardı ve esimin de bir isi. Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri halinin üzerindeydi hala. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur ya unutuveririm ne denli zengin olduğumu.

Ümit....

Bir kurbağa sürüsü ormanda yürürken, içlerinden ikisi bir çukura düştü.
Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplandılar. Çukur bir hayli derindi ve arkadaşlarının zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyordu.
Yukarıdaki kurbağalar, boşuna çabalamamalarını söylediler arkadaşlarına Çukur çok derin. Dışarı çıkmanız imkânsız.
Ancak, çukura düşen kurbağalar onların söylediklerine aldırmayıp çukurdan çıkmak için mücadeleye devam ettiler.Yukarıdakiler ise hâlâ boşuna çırpınıp durmamalarını, ölümün onlar için kurtuluş olduğunu söylüyorlardı.Sonunda kurbağalardan birisi söylenenlerden etkilendi ve mücadeleyi bıraktı. Diğeri ise çabalamaya devam etti. Yukarıdakiler de, çırpınıp durarak daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürdüler.Ne var ki, çukurdaki kurbağa son bir hamle daha yaptı, bu kez daha yükseğe sıçramayı başardı ve çukurdan çıktı.Çünkü, bu kurbağa sağırdı. O yüzden, arkadaşlarının ümit kırıcı sözlerine kulak asmamıştı.