30 Kasım 2010 Salı

Koşullu sevgi....

Nette rastladığım güzel bir yazı....

"Öğretmenlik yaptığım yıllarda üç binden fazla öğrenciye ders verdim...Çocukların iyi notlar almak için kendilerini çok zorladıklarını gördüm...Çünkü anne ve babalarının onları sevmesinin, okulda başarılı olmalarına bağlı olduğuna inanıyorlardı...Başta çocukların yanıldıklarını düşündüm. Bir anne ya da baba elinden geldiği kadar çaba gösterip de yine de başarılı olamayan çocuğunu sevmekten kaçınabilir miydi?...Ne yazık ki genellikle yanılan ben oldum...Pek çok ebeveyn, çocuğunun okuldaki başarısının kendilerini yansıttığını düşünüyor ve çocuk beklentilerini karşılayamadığı zaman acımasızca davranabiliyorlardı...Bu anne-babalar çocuklarını ancak iyi notlar aldıklarında, yarışmalarda birinci olduklarında, kurallara uyduklarında seviyorlardı...Hepimiz ailemizin üyelerine karşı şartsız sevgi gösterip göstermediğimizi anlamak için davranışlarımızı incelemek zorundayız. Ailemizin üyeleri, kendilerini sevmemizin oyunda kazanmalarına, son model arabaları olmasına, işlerinde terfi etmelerine ya da herhangi başka bir şarta bağlı olmadığını bilmelidirler...Birbirimize, sevgi göstermek için herhangi bir şey yapmamıza gerek olmadığını göstermeliyiz. Birbirimize olan sevgimize zarar verecek bir şey yapmamız da söz konusu değildir.Tabii bu, akılsızca seçimler yapıldığında üzülmeyeceğimiz anlamına gelmez.Elimizden gelenin en iyisini yapmak için çaba göstermeliyiz.Ama ne olursa olsun yine birbirimizi sevmekten vazgeçmeyeceğiz."
----Dr. Paula Fellingham----
Kaynak::Edebiyat Takipçileri

29 Kasım 2010 Pazartesi

Çok hoş bir öykü.....


92 yasında, ufak tefek, kendinden emin ve gururlu, her sabah sekizde giyinip kuşanan ve her ne kadar kör bile olsa saçlarını kıvırıp makyajını mükemmelce yapan yaslı hanım bugün bir huzur evine tasındı. 70 yasındaki kocası ise geçenlerde gereken hamleyi yapıp Allah'ın rahmetine kavuşmuştu.Huzur evinin kapısında sabırla beklenen bir kaç saatin ardından, odasının hazır olduğu söylendiğinde tatlı tatlı gülümsedi. Yürütecini asansöre yönlendirdiği sırada, kendisine odasını anlatmaya başladım penceresinde asılı perdelerden de söz ettim. Ben anlatırken ,az önce kendisine köpek yavrusu verilmiş 8 yaşındaki küçük bir kızın heyecanıyla o perdeleri pek severim, dedi.Mrs. Jones henüz odayı görmediniz, biraz bekleyin demiştim ki; Bunun onunla bir ilgisi yok, dedi. mutluluk zamandan önce karar verdiğiniz bir şeydir. Benim odadan hoşlanıp hoşlanmamam mobilyaların nasıl düzenlenmiş olduğuyla değil, benim onları zihnimde nasıl düzenlediğimle ilgilidir. Ben onları sevmeye karar vermiştim zaten Bu benim her sabah uyandığımda verdiğim bir karardır. Bir seçme hakkim var: Ya bütün günümü artık çalışmayan vücut parçalarımın bana verdiği sıkıntıyı düşünerek geçiririm ya da yataktan çıkıp hala çalışanlar için şükrederim. Gözlerim açık olduğu sürece her yeni gün bir hediyedir. Yeni güne ve hayatimin sadece bu döneminde, biriktirdiğim mutlu anılara konsantre olacağım.Yaşlılık banka hesabi gibidir. Ne yatırdıysan onu çekersin hesabından. Bu nedenle benim tavsiyem, hatıraların banka hesabına dolu dolu mutluluk yatırman olacaktır. Anı bankamı doldurmaktaki katkın için sana teşekkür ederim. Hala oradan mutluluk çekiyorum.

Mutlu olmak için su beş basit kuralı hatırla:
1. Kalbini nefretten arındır
2. Zihnini endişelerden arındır
3. Basit yasa
4. Çok ver
5. Daha az bekle

27 Kasım 2010 Cumartesi

Baldan umut...

kendi inanmadığımız şeyleri başkasına inandırmak çok zordur...

tavuksuyu çorbadan bir öykü....




Köyün birinde arıcılıkla uğraşan bir ailenin beş altı yaşlarındaki çocuğu yemeden içmeden kesilivermiş. Su ve bal dışında bir şeyin yüzüne bakmıyormuş. Ne ekmek, ne süt, ne şeker kesinlikle yemiyormuş. Ailenin, akrabaların, arkadaşların, tüm köy halkının çabaları işe yaramamış. Ufaklık balı parmaklıyor, başka hiçbir şeyi ağzına koymuyormuş. Gitikçe zayıflayan çocuğu doktor doktor, hoca hoca gezdirmişler. Büyülere, telkinlere götürmüşler. Para etmemiş. Çocuğun gözü baldan başka bir şey görmüyormuş. Tabii ağzı ve midesi de öyle... Sonra bir gün bilen kişiler bir erenden övgüyle bahsetmişler. Her gün bir kapıya giden aile, iskelete dönen çocuğu alıp eren kişinin kapısına varmış. Yaşlı adam onları uzun uzun dinledikten sonra bir iç geçirmiş ve demiş ki:- "Bilmiyorum, belki elimden bir şey gelir ama bana on gün müsaade etmeniz gerekir. Yine de size söz veremem. On gün sonra ne olur bilemem. Belki bir yardımım dokunur." Ailenin tüm ısrarlarına rağmen yaşlı adam on gün sonra görüşmek üzere onları yolcu etmiş. On gün boyunca çocuğu kapı kapı gezdiren, ufaklığın hiçbir telkin tınmayan sabit bakışlarını ve iyice güçsüzleşen bedenini umutsuzca izleyen aile, on gün sonra yaşlı adamın karşısına çıkmışlar. Yaşlı adam sabırsızlıkla kendisine bakan anneyle babanın elinden çocuğu tutup yanına çekmiş, ona şöyle bir bakmış:- "Baldan başka şeyler de yeniyor, daha iyi oluyor..." demiş ve bir parça ekmek uzatmış. Çocuk da başını sallayıp ekmeği kemirmeye başlamış. O günden sonra her şeyi yemeğe başlayan çocuğun ailesi bayram etmiş tabii. Ama babası bir yandan da büyük bir meraka düşmüş. "Bu dervişin söyledilerini bin kere başkaları da söyledi. Daha güzel, daha etkileyici laflar edenler de oldu. Ama çocuk niye bu adamı dinledi? İhtiyardaki keramet nedir? Dur hele... Belki işime yarar... İşin sırrını öğrenirsem herkese istediğim her şeyi yaptırırım" deyip yaşlı adamın peşine düşmüş. Onu görür görmez dolambaçlı yollardan sorusunu sormuş.Derviş bu karmaşık laflar içindeki soruyu farkedince gülümsemiş. "Basit" demiş. "Ben de bal düşkünüyüm. Kulübenin arkasında iki kovan var. Bazı günler sadece bal yiyorum. Başka şey yemek hiç canım istemiyor. Zorunluluktan yiyorum. Siz çocuğu getirdiğinizde ağzımdan çıkan sözün sahibi olmak için on gün müsaade istedim ve on gün ağzıma bal koymadım. Zor oldu ama başardım. Gördüm ki baldan başka şeyler de yenirmiş. Bunu söyledim. Çocuk benim kendi söylediklerime yürekten inandığımı hissetti. Bu nedenle inandı" demiş ve keramet avcısı babanın gözlerine bakıp sözlerini şöyle bitirmiş: "Yürekten akan sözler yüreğe akar. Ağızdan çıkan sözler ise bir kulaktan girer bir kulaktan çıkar..."

8 Kasım 2010 Pazartesi

dün, bugün ve yarın...

‎"Can Dündar"
‎Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu.İnsanlar ...güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.Bir parçasına... dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın.Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu,yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.Farkında olmadan rezil etti bu gününü.Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bu günü eline yüzüne bulaştırdı…Mutsuz oldu insan. Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı.
Ne yarın ne de dün!

5 Kasım 2010 Cuma

Direksiyonda kim var?

Her birinizin hayatında yer tutan, değer ve önem verdiği büyükleriniz var.
Bu kişiler, yakın aile çevrenizdeki anne, baba, abi ve abla ya da; diğer akrabalar veya saygıda kusur etmediğiniz, yaşı , tecrübesi veya pozisyonu gereği fikirlerini dikkatle dinlediğiniz kişiler olabilir. Onların, sizlerle ilgili, ne söyledikleri ve ne düşündükleri çok önemli; çünkü sizi ne kadar çok sevdiklerini ve ne kadar çok değer verdiklerini biliyorsunuz. Onlar da çoğu kez sizin içinde bulunduğunuz durumlara göre, zarar görmemeniz veya sıkıntıya düşmemeniz için yol göstermeye, fikir vermeye çalışırlar. İyi niyetlerine kuşku yoktur. Fakat, sonuçlar her zaman sizin için en doğru yolun seçilmiş olmasıyla sonlanmayabilir. Çok iyi bir sürücü düşünün, arabasının direksiyonuna geçmiş ve trafik içinde yol almaya çalışıyor. Yanına da öyle birisini oturtun ki; hem onun çok saygı duyduğu birisi olsun, hem de trafik ve gidişat ile ilgili fikirleri olsun ve bunları paylaşmaya can atıyor olsun. Trafikte ilerlerken siz yol şartları ve sizin için olabilecek en keyifli sürüşe göre yol almaya çalışırken, yanınızdakinin size sürekli müdahale etmeye başladığını düşünün. Her an huzursuz ve her an sizin yanlış bir dönüş, yanlış bir sollama yapacağınızla ilgili uyarmaya çalışan veya karşıdan gelen arabayı hesaba katamayacağınızı düşünen birisiyle yolculuk biraz zor olabilir. Hatta zorluğun ötesinde, eğer size bu kadar çok müdahalede bulunursa, çok rahat tamamlayabileceğiniz bir yolculuğu kaza yaparak sonlandırabilirsiniz. İşin komiği, bu müdahaleler, aslında o kişinin kendisince sizin bir kazaya uğramanızı engellemek için yaptığı müdahalelerdir. Yaşamınızı idare etmek demek, yaşam yolunda ilerlerken direksiyona hakim olabilmek demektir. Kontrol siz de olabildiği sürece gücünüzü daha çok hissedersiniz ve hem kendinizi, hem de birlikte yolculuk ettiğiniz kişileri güven içinde taşırsınız. Size müdahalede bulunan kimselerin karakterlerini, yapılarını değiştirmek pek kolay olmayacaktır. Zaten siz de temelde onların iyi niyetinden şüphe etmiyorsunuz. Kazaya uğramamak için değişikliği onlarda değil kendinizde yaratmalısınız. Gereken yerlerde kişisel sorumluluğunuzu taşıma bilincini kaybetmeden onların ikazlarını dikkate almalı, gerektiği yerde de onlara nazikçe sınırlarını hatırlatmayı bilmelisiniz. Nerede hangisini yapacağınıza karar verebilmeniz, sizin zaten gerçekte direksiyon başındaki ustalığınızın ölçütü olacaktır. Bir küçük hatırlatma da, direksiyondakilere karışmayı alışkanlık haline getirenlere yapalım. Belki de bazı uyarılarınız gerçekten çok yerinde ve hayat kurtarıcı olabilir. Fakat siz o kadar çok müdahalede bulunuyor ve farkında olamıyorsunuz ki, artık çok değerli ve fark yarattıracak uyarılarınız bile dikkate alınmaz hale gelmiş. Daha da beteri, yanınızda direksiyon başında oturan çok değer verdiğiniz ve korumaya çalıştığınız kişiyi, uyarılarınız ve uyarıları ortaya koyma şeklinizden dolayı, hiç yapmayacağı şerit değiştirmelere itiyor olabilirsiniz. Hepinize, yaşamdaki kişisel sorumluluklarınızı sizin yerinize bir başkasının yaşamasının mümkün olmadığını, ve aynı şekilde sizin de bir başkasının sorumluluğunu onun yerine yaşayabilmenizin mümkün olmadığını kavrayabildiğiniz bir hafta diliyorum.

netten

4 Kasım 2010 Perşembe

Yaptığınız işe imzanızı atın...

Hiç bir iş sevilmeden yapılmaz...


Barbara süpermarket çalışanlarına hitap ettikten yaklaşık üç ay sonra bir akşam üstü telefonu çaldı. Arayan kişi adının Johny olduğunu ve marketlerden birinde kasada müşterilerin torbalarını doldurmalarına yardım ettiğini söyledi. Ayrıca Down sendromu olduğunu belirtti ve "Barbara, anlattıkların hoşuma gitti!" dedi.Johny, konuşma yaptığı günün gecesi eve gittiğinde babasından kendisine bilgisayar kullanmayı öğretmesini istemişti. Bilgisayarda, babasıyla birlikte üç sütunlu bir tablo yaptılar. Şimdi her akşam eve gittiğinde bir "günün sözü" buluyor. Bulamadığı zaman da bir tane "uyduruyor!" Sonra bu sözü bilgisayarda yazıyor, bir kaç tane çıktı alıyor, onları kesiyor ve her birinin arkasına ismini yazıyor. Ertesi gün müşterilerin torbalarını "zevkle" doldururken, her birinin torbasına günün sözünden bir tane koyuyor ve böylece yaptığı işe içten, eğlenceli ve yaratıcı bir biçimde imzasını atıyor. Bu konuşmadan bir ay sonra marketin müdürü beni aradı. "Barbara bugün olanlara inanamayacaksın" dedi. Sabah markete gittiğimde Johny'nin kasasının önündeki kuyruk diğerlerinin üç katıydı! Bağıra çağıra etrafa emirler yağdırmaya başladım: 'Daha fazla kasa açın. İnsanları buradan daha çabuk çıkarın!' Ama müşteriler 'Hayır. Biz Johny'nin kasasında beklemek istiyoruz. Günün sözlerinden almak istiyoruz!' dediler. Müdürün söylediğine göre bir kadın müşteri onun yanına kadar gelmiş ve "Eskiden markete haftada bir gelirdim, ama şimdi buradan her geçişimde uğruyorum, çünkü günün sözlerinden almak istiyorum" demişti. Son olarak müdür bana "Marketteki en önemli kişi kim biliyor musun?" Diye sordu. Elbette Johny'di.Aradan üç ay geçti ve marketin müdürü beni yeniden aradı. "Sen ve Johny marketimizde büyük bir değişim yarattınız" dedi. "Şimdi çiçek bölümündeki bütün sapı kırık çiçekleri ve kullanılmayan yaka çiçeği buketlerini yaşı geçkin kadınların ya da küçük kızların yakalarına iliştiriyorlar. Et paketleme bölümündeki bir elemanımız Snoppy seviyormuş ve 50.000 tane Snoppy çıkartması getirmiş. Her et paketinin üzerine bir çıkartma yapıştırıyor. Hem biz, hem de müşterilerimiz çok eğleniyoruz . "Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo'nun resim yaptığı, Bethooven'in beste yaptığı veya Shakspeare'in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes ,durup "Burada işini çok iyi yapan büyük bir çöpçü yaşıyormuş " desin.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Bu öykü bana "Yüzbaşı Corellinin Mandolini" kitabını anımsattı, çok hoş bir kitaptı, filmini de izledim ama kaçırılmış çok yerleri vardı....

Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm..Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diyeacele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu...
Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresiyerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucubulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek içinzarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım.Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda,özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael"diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı içinonu bir daha göremeyeceğini" anlatarakdevam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni daimaseveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubunyazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmezhemen telefon idaresini aradım.Görevli kisi, kendisinebildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasınıvermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakatısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi."Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlarKabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.."dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi.."Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma"Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum."Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir ailedenaldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?..""Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takipederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevininadını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş..Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordanbilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedimkendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önceyazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramakiçin bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde"dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses;"Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüşsaçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışılışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip..Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi,"Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyleseviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.."
Derin bir nefes daha.."Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirsenizona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufaksessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.."İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.."Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.."Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım.Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız"Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiçdeğilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duranhademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerdegörsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten..Üç kere ben buldum, koridorlarda.."Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladımtekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasındakitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle "Evetbu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüşsırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum.""Hiçbirşey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim.İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum.""Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım.Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi?Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle..""Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana onuntelefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım."Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onuöyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektupgeldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti.""Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı.Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu..Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah"dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlükleriniayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden.."Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle.."Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?..""Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum..Bu sensin. Benim Michael'ım." MichaelHannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar.Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı.."Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanmasıgereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır."***Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar.Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michaelbeni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açıkbej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael delacivert takımı içinde hala çok yakışıklı..Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi…Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahındakeşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiğisanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığıyerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.

Çeviren: Nuray Bartoschek